pazartesi yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pazartesi yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mayıs 2013 Pazar

Pazartesi Yazısı (Hıdırellez Baharı ve Bereketi Müjdeliyor...)



Hıdırellez Baharı ve Bereketi Müjdeliyor...


5-6 Mayıs tarihlerini “Hıdırellez” olarak kutluyoruz. O, pek çok kültürün bahar müjdecisi. Havaların ısınmaya ve doğanın canlanmaya başladığını haber veriyor. 
Ruz-ı Hızır (Hızır Günü) olarak adlandırılan Hıdırellez, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları günün anısına kutlanmaktadır. Zamanla Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında Hıdırellez şeklini almıştır.
Yaygın bir inanışa göre, Hızır’ın hayat suyunu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaştığı; o günden bu güne, özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım ettiği, bolluk, bereket ve sağlık dağıttığı düşünülür. Bu nedenle Hızır; baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür.
5-6 Mayıs, Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler Saint Georges Günü olarak kutlarlar.
Hıdırellez, Anadolu’da küçük yerleşimler, kasaba ve köylerde hala özenli hazırlıklar ve ilginç geleneklerle kutlanır. Hıdırellez’den önce evler baştan başa temizlenir. Çünkü temiz olmayan evlere Hızır’ın uğramayacağı düşünülür. Hıdırellez günü giyilmek üzere yeni elbiseler, ayakkabılar alınır.
Anadolu’nun bazı yerlerinde Hıdırellez’de yapılan duaların ve isteklerin kabul olması için sadaka verme, oruç tutma ve kurban kesme adeti vardır. Baharın taze bitkileri ve taze kuzu eti ya da kuzu ciğeri yenir. Baharın ilk kuzusu yenildiği zaman sağlık ve şifa bulunacağına inanılır.
Bu günde kırlardan çiçek veya ot toplayıp onları kaynattıktan sonra suyu içilirse bütün hastalıklara iyi geleceğine, bu su ile kırk gün yıkanılırsa gençleşip güzelleşileceğine inanılır.
Hıdırellez gecesi (5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece) Hızır’ın uğradığı yerlere ve dokunduğu şeylere bereket vereceği inancıyla çeşitli ritüeller gerçekleştirilir:
Yiyecek kaplarının, ambarların ve para keselerinin ağızları açık bırakılır.
Ev, araba isteyenler, Hıdırellez gecesi herhangi bir yere istediklerinin küçük bir modelini yaparlarsa Hızır’ın kendilerine yardım edeceğine inanılır.
Hıdırellez'de baht açma törenleri de oldukça yaygın olarak uygulanan geleneklerimizden. Bu törene İstanbul ve çevresinde “baht açma” Denizli ve çevresinde “bahtiyar”, Yörük ve Türkmenler’de “mantıfar”, Balıkesir ve çevresinde “dağlara yüzük atma”, Edirne ve çevresinde “niyet çıkarma”, Erzurum’da “mani çekme” adı verilir.
Törenler, baharda doğanın ve tüm canlıların uyanmasıyla birlikte insanların da talihlerinin açılacağı inancıyla, şanslarını denemek için yapılır. Hıdırellez’den bir gece önce bahtını denemek ve kısmetlerinin açılmasını sağlamak isteyen genç kızlar yeşillik bir yerde veya bir su kenarında toplanırlar. İçinde su bulunan bir çömleğe kendilerine ait yüzük, küpe, bilezik gibi şeyler koyarak ağzını tülbentle bağladıktan sonra bir gül ağacının dibine bırakırlar. Sabah erkenden çömleğin yanına giderek sütlü kahve içip ağızlarının tadının bozulmaması için dua ederler. Ardından niyet çömleğinin açılmasına geçilir. Çömlekten içindekiler çıkarılırken bir yandan da maniler söylenir, eşyanın sahibi hakkında yorumlar yapılır.
Tüm bu inanışlar aynı noktada toplanır; baharın sunduğu bereketle kalpten istenen dileklerin kabul olacağı...
Hıdırellez - Bahar Bayramınız kutlu olsun!



15 Nisan 2013 Pazartesi

Pazartesi Yazısı

                                                          Huzurun Resmi
Bir gün bilge bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan etti. Yarışmaya bir çok sanatçı katıldı. Günlerce çalıştılar, birbirinden güzel resimler yaptılar. Sonunda, eserlerini saraya teslim ettiler. Tablolara bakan kral sadece iki resmi çok beğendi. Ama birinciyi seçmek için karar vermesi gerekiyordu.
Resimlerden birisinde sükunetli bir göl vardı. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların huzurlu görüntüsünü yansıtıyordu. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyordu. Resime kim baktıysa, onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.
Diğer resimde ise engebeli ve çıplak dağlar vardı. Üst tarafta öfkeli gökyüzünden yağmur boşalıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde de köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısacası, resim hiç de huzur dolu görünmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki bir çatlaktan çıkan ufacık bir çalılık gördü. Çalılığın üzerinde ise anne bir kuşun ördüğü  yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyordu. Kral “Harika bir huzur ve sükun resmi” diye düşündü.
Peki ödülü kim kazandı ?
Kral ikinci resmi seçti. “Çünkü huzur gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir, bütün bunların içinde bile yüreğinizin sükun bulabilmesidir. Huzurun gerçek anlamı budur” dedi.
Huzurlu bir hafta geçirmenizi dilerim...




 



8 Nisan 2013 Pazartesi

PAZARTESİ YAZISI



Mutlu Bir Yaşam İçin, Değişimden Korkmayın!

Kartallar, uzun yıllar yaşayabilen kuşlardır. 70 yaşına kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak isteyen kartalın 40 yaşlarında çok ciddi ve zor bir karar vermesi gerekir. Çünkü bu yaşlarda kartalın gagası uzunlaşıp göğsüne doğru kıvrılır, pençeleri sertleşir, kanatları ağırlaşır ve tüyleri kartlaşır. Avlanması, uçması sorun olmaya başlar, çünkü güçten düşer. Dolayısıyla kartal ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve sancılı sürecini göğüsleyecektir.

Değişip yeniden doğuşu seçen kartal dağın tepesinde kayalıklarda bir yuvaya çekilir. Gagasını sert kayaya vura vura söker ve bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıkınca, yeni gagasıyla pençelerini söker. Yeni penceleri çıkıncada onlarla kartlaşmış tüylerini yolar. Bu değişim süreci aşağı yukarı beş ay sürer. Ama kartal sonunda kendisine en az 20 yıl daha bağışlayan yeniden doğuşunu gerçekleştirir ve zafer uçuşuna hazır olur.

Kartalların hayata yeniden doğmak için verdikleri mücadele ne kadar da biz insanlarınkine benziyor değil mi? Biz de yeni bir hayata kanat açmak istediğimizde, aynı kartallarınki gibi sancılı bir değişim sürecinde buluruz kendimizi.

Kimimiz daha yolun başında, kendinde yeterli sabrı ve cesareti bulamadığı için geri döner. Kaderini kabul edip olacakların başına gelmesini bekler. Ve bir gün çaresiz son çırpınışlarıyla mutsuz ve hayallerini gerçekleştirememiş bir şekilde ayrılır bu dünyadan.

Oysa yüreğinde cesareti toplayıp, daha yükseklere, yeni bir hayata kanat açmak isteyenler, acılı da olsa, zor da olsa değişim için kartal gibi kararlılıkla çekilir kendi iç dünyasına. Kartalın artık işine yaramayan gagasını, pençesini, tüylerini söktüğü gibi sabırla söküp atar işe yaramayan inançlarını, eski alışkanlıklarını ve acılarını. Yenilerine yer açar, olması gerektiği gibi, ihtiyacı olduğu gibi donatır kendisini. Sancılı ve uzun olsa da dayanır bu değişim sürecine. Bilir çünkü zafer yakında gerçekleşecek, yeniden doğuş başlayacaktır. Ve bir gün beklenen an gelir, değişim gerçekleşir. Artık zafer uçuşuna hazırdır, yenilenmiş bir şekilde, daha güçlü, daha keyifli kanat açar yeni bir hayata. Değişim hepimiz için kaçınılmazdır.

İyi veya kötü, zaten bir şekilde değişiyoruz. Zaman, olaylar, kişiler biz farkında olmasak da bizi bir şekilde değişime itiyor. Madem değişebiliyoruz, neden bunu kendi kararımızla, istediğimiz şekilde yapmayalım ki? Neden farkına vardıkça hayatımızdan işe yaramayanı çıkarıp yerine yenisini koymayalım ki?..

Tek yapmamız gereken, kartallar kadar yürekli olmak, yeni bir hayatı ölmeden istemek, sabırlı olup emek vermek...

800 yıl önce Mevlana’nın bize yaptığı çağrı ne kadar da anlamlı: “Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden ölmeli.

Mutlu bir yaşam için, değişimden korkmayın!

Başlamak için yalnızca cesarete ihtiyacınız var.

Yarın için, bugünden...



(Yaşam Koçu Arzu Bıyıklıoğlu’nun yazısından derlenmiştir)

31 Mart 2013 Pazar

Pazartesi Yazısı

Sen Hangisisin?

Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikayet eden her gün hayatının ne kadar berbat oldugundan yakınan bir kız vardı. Ona göre hayat çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu.
Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına.
Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu.
Cezvelerdeki sular kaynamaya baslayınca, bir cezveye bir patates, digerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu.
Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı.
Kızı da hiçbir şey anlamamasına rağmen bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karsılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu.
Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı.
Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altındaki ateşi kapattı.
Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabaga koydu.
İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabaga koydu.
Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı.
Kızına dönerek sordu:
- Ne görüyorsun ?
- Patates, yumurta ve kahve ? diye alaylı bir cevap verdi kızı.
- Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun.
Kız babasının söylediğini yaptı ve patatesin yumuşamış olduğunu söyledi.
- Aynı şekilde, yumurtayı da incele. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü.
En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. Babasının söylediğini yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı.
Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı:
- Bütün bunlar ne anlama geliyor baba ?
Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de ayni sıkıntıyı yasadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı. Dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca kendisi değiştiği gibi suyu da değiştirmişti ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı.
- Sen hangisisin? diye sordu kızına.
Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin?
Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin?
Yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın?
Yoksa, kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin ?

Herkese İyi Haftalar Dilerim...